20 Mart 2020 Cuma

CAPE TOWN ve VİKTORYA ŞELALESİ


GÜNEY AFRİKA ( CAPE TOWN- VİKTORYA ŞELALESİ ) ( 5 -13 Mayıs 2018  )

Güney Afrika gezimiz maceralı başlıyor. 5 Mayıs 01:55 Türk Hava Yolları uçağımız önce 2’şer saatlik gecikme duyuruları ile sabah 07:30’a sonra da akşam 21:00’e kaldığı ilanı ile yaklaşık 19 saatlik bir rötar ile başlayacak. Son ilanda havaalanı oteli teklif ediyorlar ama uçuşa daha 12 saat olunca eve gitmek istiyoruz. Pasaportta yurt dışı çıkışımız iptal ediliyor ve evde dinlenip tekrar geliyoruz.

6 Mayıs sabahı Cape Town’a varıyoruz. Sadece 1 saat farkımız var. 2 gece kalacağımız otelimiz City Lodge Hotel’in hem kendisi hem de yeri oldukça iyi.

Neyseki panoramik şehir turuna yetişiyoruz. Tura şehrin en önemli yerlerinden Company’s Garden isimli park ile başlayacağız. Parkın girişinde Jan Smuts’un heykelini görüyoruz. Kendisi ülkenin eski başbakanlarından ve oldukça da ırkçı biriymiş.

Parlamento Binası önünden geçip Company’s Garden’a giriyoruz. Park 1650’li yıllarda, limana yanaşan Avrupa gemilerine kumanya olsun diye sebze meyve yetiştirmek amacıyla yapılmış. Parkın içinde Güney Afrika’nın tarihi 1652’ye dayanan en eski armut ağacı, 1929 yılında yapılan gül bahçesi, balıklı bir gölet, Afrika’nın ünlü askerlerinden Dellville Wood için hatıra bahçesi, ağaçlar, tropikal bitkiler ,Iziko Güney Afrika Etnografya Müzesi ve de The Company's Garden Restaurant bulunuyor.

Gezerken Masa Dağı'nı da görmek mümkün..




Parkın hemen yanındaki caddede bulunan The High Court Civil Annex ( Adalet Yüksek Mahkemesi ) önündeki banklarda “sadece beyazlar” ve “beyaz olmayanlar” yazıyor ve bu bankları 1960’lı yıllarda kullanıyorlarmış. Güney Afrika Cumhuriyeti Apartheid dönem denilen 1948 – 1994 yıllarında, beyaz ırkın üstünlüğü ilkesine göre ırkçı politikalarla yönetilmiş. Bu banklar da o dönemden kalma..



Buradan limana, Water Front’da gezmeye gidiyoruz. Restoran, cafeler, hediyelik eşya mağazalarının da bulunduğu bir küçük alışveriş merkezi, lunapark ve yat limanı ile mutlaka gidilmesi gereken yerlerden biri..



Havamız harika, deniz pırıl pırıl..

Hemen tekneye biniyor ve Nelson Mandela'nın da tutuklu kaldığı ada Robben Island’a gidiyoruz.

Hollandaca Fok adası anlamına gelen bu adada Apartheid dönemde kriminal ve siyasi erkek suçlular tutulmuş.
Giriş yaptıktan sonra tutuklular ten renklerine göre sınıflandırılıyormuş. Apartehid dönemde beyazlar dışındakilere “colored” yani renkli denilmiş. Adadaki sınıflandırma sonucuna göre de ne giyecekleri ve ne kadar yemek alacakları belirleniyormuş. Nelson Mandela en koyu renk olan "bantu" sınıfına dahil olduğundan en az yemek verilen grupta bulunuyormuş.

Utanç verici bir geçmişe sahip olan ülkede ilk defa 1994 yılında demokratik bir seçim yapılmış. O dönemdeki birçok politikacı gibi seçilen başkan da 27 yılını Robben adasındaki hapishanede geçirmiş. Ada 1998 yılında müzeye çevrilmiş.







Adada yaklaşık 2 saat geziyor ve tekneyle Water Front’a dönüyoruz.

Akşamüzeri Capetown’ın simgesi Masa Dağına ( Table Mountain )’a gidiyoruz. 1087 m yüksekliğindeki zirvesi düz olan ve masaya benzeyen dağa teleferikle çıkıyoruz.



Yukarıda muazzam bir okyanus ve Afrika manzarası bizi bekliyor. Gün batımına da denk geliyoruz ve aşağı inmeyi hiç istemiyoruz. Akşam yemeğimizi buradaki restoranda yiyoruz.







Yolculuğun da yorgunluğunu henüz atamadığımız için erkenden yatıyoruz.

7 Mayıs Pazartesi sabahı yine tur otobüsüyle Capetown sahilinde gezimize başlıyoruz. Sahilde muhteşem manzaralar ve bu manzaralara karşı da muhteşem villalar var. Camps Bay bölgesinde fotoğraf çekmek için duruyoruz.






Sahilden görülen dağlar 500-550 milyon yıllık dağlarmış..
Hout bay limanında Seal Island ( fok adası)na gitmek için duruyoruz ve teknelerden birine biniyoruz.




Sevimli ve tembel fokları yakından gördükten sonra limana dönüyoruz ve harika manzaralar eşliğinde granit kayalar üzerine yapılmış olan Chapman’s Peak sürüş rotasını takip ediyoruz.




Nordheak denilen ve “Bırak ve unut vadisi” olarak da geçen emeklilerin yaşadığı bir bölgeden geçiyoruz.

Ocean view denilen yerde harika fotolar çekmek için duruyoruz. Hemen devamında Scarbrough’dan geçiyoruz.





Sırada Capetown’ın bir başka simgesi Ümit burnu var.
Ümit Burnu, Cape Yarımadası'nın güneydeki uç noktası ama Afrika’nın en güney ucu değil. Denize doğru uzanan kayalıklardan oluşan Ümit burnu denizden 245 metre yükseklikte. 1488 yılında Portekizli denizci Bartolomeu Dias burayı keşfettiğinde buraya Fırtınalar Burnu demiş. Daha sonra ismi kralın emriyle Ümit Burnu olarak değiştirilmiş. Nedeni bir rivayete göre gemicilerin moralini bozmaması diğer bir rivayete göre de Doğuya ulaşan yolu kolaylaştıracak olması ümidiymiş..





Ümit burnunu gördükten sonra Seaforth kasabasında penguen gözlem bölgesine ve topluca yaşadıkları Boulders sahiline gidiyoruz. Bu bölge Simon’s town denilen şehre bağlı. Hollandalıların ilk geldiklerinde yerleştikleri yermiş hatta Cape Town’dan da önce. Şu anda ağırlıklı milli park ve askeri bölge bulunuyormuş.






Öğle yemeğimizi burada yiyor ve Kirstenbosch Ulusal Botanik Bahçesine gidiyoruz.
1913 yılında botanik bahçesine çevrilen ve 528 hektar büyüklüğündeki bahçe 7000’den fazla bitkiyi barındırıyormuş. Hem bitki türleri hem de geniş arazisiyle oldukça etkili. Yürüyüş parkurları ve heykel parkı da bulunuyor.







Park gezimiz sonrası 10-15 km uzaklıktaki şehir merkezine dönüyor ve akşam yemeği için alternatifin çok olduğu Waterfront’a gidip San Marco isimli italyan restoranına oturuyoruz. Bu bölgeye ait Durban Hills sauvignon blanc tavsiye edilir J







Ertesi sabah erken kahvaltımızın ardından havalimanına gidiyoruz. British Air ile Johannesburg aktarmalı olarak uçuyor ve saat 13:05 de Zimbabve’ye bağlı olan Victoria Falls’a iniyoruz.

Pasaport sırasında uzun bir bekleyiş sonrası havaalanından geleneksel Afrika müziği ve dansı ile çıkıyoruz.

4 gece kalacağımız otelimiz Shearwater Explorers Village’a yerleşiyoruz. Resepsiyon bölümü, restoran, odalar çok güzel. Doğa içinde, doğal ama konforlu bir tarzı var.





Daha sonra Victoria Falls kasabasını geziyoruz. Gerçekten Afrika’da olduğumuzu hissediyoruz artık. Hem doğasıyla, hem sokakta yanımızdan geçen domuz vb hayvanlarla hem de yerel halkı ile… Sokaklarda bolca heykel satılıyor. Afrika'ya özgü sanat eserleri ve  hayvan heykelleri... Taştan yapıldıkları için oldukça ağırlar. Gerçi satın alıp kargo ile evinize gönderebilirsiniz, hemen kasabanın içinde kargo şirketleri bulunuyor. Heykeller dışında bolca taştan ve ahşaptan takı da satılıyor mağazalarda. Hepsinin zevkli ve takılabilir olduğunu söylemek zor :)

Akşam yemeğimizi otelde yiyoruz. Beklediğimizin oldukça üzerinde güzel bir sunum ve lezzetle karşılaşıyoruz.






9 Mayıs sabahı, Unesco tarafından dünya mirası listesinde olan, dünyanın en büyük şelalesinin bulunduğu Viktorya Şelalesi doğal parkına gidiyoruz.

Şelale yaklaşık 1700 metre genişliğinde ve 128 metre yüksekliğinde ve tek bir su yatağından dökülüyor.





7 yıl kadar önce Brezilya ve Arjantin sınırında bulunan İguasu Şelalesini görmüştük. İster istemez karşılaştırma yapıyoruz. İguasu’da seyir zevki daha fazlaydı. 270’den fazla ve daha alçak şelaleler bulunuyordu. Genişliği 2700 m olan Iguasu şelalesi 2 basamak halinde 75 metreden dökülüyormuş.

Viktorya şelalesinde heybetli ve güçlü bir akış var. Yakınlaştığımız anda ıslanmamak mümkün değil. Sesi çok güçlü. Ama tüm şelale ile ilgili genel bir görüş mümkün değil. Bu nedenle öğleden sonra helikopter turu yapmaya karar veriyoruz.








Bolca ıslandıktan sonra milli parkın Rainforest isimli cafesinde cappucino içiyor ve kendimizi kurutuyoruz. Hemen içindeki mağazada Afrika'ya özgü malahit taşından yapılma kolye ve bilezik alıyorum.

Buradan öğle yemeği için harika manzaralı The Lookout Cafe’ye gittik Sahibi İngiliz bir hanımmış, yemekleri de çok beğendik.







Öğleden sonra helikopter turu için sıraya girdik. Sıramız gelince 4 kişi bindik ve ben çekim yapabilmek için öne oturdum. Helikopterde oturduğum yerin tabanı da camdan olduğu için gerçekten de harika çekimler yapabildim. Yaklaşık 45 dakika süren tur çok keyifliydi. Şelaleyi tüm ihtişamı ile görebildik. Ve üzerinde hiçbir zaman yok olmayan gökkuşağını da…







Akşam yemeğini otelimizde yiyip günü bitirdik.

10 Mayıs sabahı kahvaltımızın ardından 1 saat uzaklıktaki Botswana sınırını geçip Botswana’nın en büyük ikinci milli parkı olan Chobe Milli parkına gidiyoruz..

Afrika’nın 5 büyüklerini görmeyi umuyoruz. “Big 5” olarak geçen ve avlanması zor beş vahşi büyük hayvana verilen ortak bir isimde şu hayvanlar bulunuyor: aslan, leopar, Afrika fili, Afrika mandası, gergedan. Bazen gergedan yerine su aygırını da dahil ediyorlarmış.

Önce Chobe nehrinde tekne turuna çıkıyoruz Turda filleri, su aygırlarını, timsahları görüyoruz. Bebek fillerin oyunlarını seyretmek harika..

















Tekne turundan sonra öğle yemeğimizi yiyor ve ardından araçlara binip safariye çıkıyoruz. 3 saat kadar süren safaride filleri, zürafaları ve aslanları yakından görebiliyoruz.






Aslanlar ya sıcaktan ya da yiyeceklerine ne katıyorlarsa oldukça sakin ve mayışmış duruyorlar. Yine de şoförlerimiz oldukça dikkatli, araçtan el, kol, bacak çıkmaması için sıkıca uyarıyorlar bizi. 





Yetişkin fillere hiç bu kadar yaklaşmamıştım. Çok sevimli hayvanlar ama oldukça iri olmaları ister istemez ürkütüyor.






Akşam Victoria Falls bölgesindeki Lodge’umuza geri dönüyoruz. Yemeğimizi kasabanın güzel restoranlarından Sherwater cafe’de yiyoruz.

Afrika’daki son gezi günümüzde Zambiya’ya gideceğiz. Bunun için öncelikle Zimbabve ile Zambia arasındaki dostluk köprüsüne gidiyoruz. Şelaleyi farklı bir açıdan fotoğraflayıp şelalenin döküldüğü kanyonun kenarında dinleniyoruz.






Köprü bitince Zambiya’ya giriş için gümrüğe ulaşmış oluyoruz. Şakacı ve hırsız maymunlar eşliğinde sıramızı bekliyor ve girişimizi yapıp bizi bekleyen araçlarla 10 km uzaklıktaki Mukuni köyüne gidiyoruz.









Şef Mukuni’nin yönetimi altında yaklaşık 100 köy bulunuyormuş .8000 nüfusu ile Mukuni köyü merkez köy olarak geçiyormuş ve şef de bu köyde yaşıyormuş.

13. yüzyıla dayanan ve aslında Zimbabve’nin Rozwi halkından oluşan köy, 18. Yüzyılda Şef Mukuni önderliğinde Tanzanya’dan Kongo’ya göç eden Leya halkının bu bölgeye gelmesi ile Mukuni adını alıyor.

Toprakları çorak ve kuru olan bölgede neredeyse sadece balkabağı yetişiyormuş. Geçim kaynağı turizm ve hediyelik eşya satışı. El emeği seramik ürünlerin hem yapımını seyredebiliyor hem de satın alabiliyorsunuz.





Şefi göremiyoruz ama bir yetkili bizi gezdiriyor ve köy hakkında bilgi veriyor. Çocuklar hediye ve harçlık alabilmek için çevremizde dolanıyorlar.





Biz bir ailenin evine konuk oluyor ve yaşadıkları ortamları görebiliyoruz. Oldukça mütevazi bu alanda mutlu görünüyorlar.




Ardından The Royal Livingstone isimli tatil köyüne gidiyoruz. Mukuni köyü ve bölge ile kıyaslarsak aşırı lüks bir ortam var. Burada öğle yemeği yiyip sonrasında tekrar Zimbabve tarafına dönüyoruz.

Akşam üzeri otelimizde dinleniyor ve biraz da hediyelik eşya dükkanlarını geziyoruz.

Akşam Three Monkeys isimli restoranda Afrika’daki son akşam yemeğimizi yiyoruz.

12 Mayıs günü sabahtan yola çıkıyor ve Victoria Falls havaalanına gidiyoruz. Johannesburg’a uçup buradan da İstanbul’a  THY ‘nin doğrudan uçuşu ile dönüyoruz.

Afrika’nın sadece ucundan tadına bakmış gibi hissediyorum kendimi ve daha görecek ve deneyimleyecek çok şey olduğu belli. Bunun için de Afrika’nın orta ve batı bölgesine ileride başka bir gezi bizi bekliyor J



Hiç yorum yok:

Yorum Gönder