GÜNEY AFRİKA ( CAPE TOWN- VİKTORYA
ŞELALESİ ) ( 5 -13 Mayıs 2018 )
Güney Afrika
gezimiz maceralı başlıyor. 5 Mayıs 01:55 Türk Hava Yolları uçağımız önce 2’şer
saatlik gecikme duyuruları ile sabah 07:30’a sonra da akşam 21:00’e kaldığı
ilanı ile yaklaşık 19 saatlik bir rötar ile başlayacak. Son ilanda havaalanı
oteli teklif ediyorlar ama uçuşa daha 12 saat olunca eve gitmek istiyoruz.
Pasaportta yurt dışı çıkışımız iptal ediliyor ve evde dinlenip tekrar
geliyoruz.
6 Mayıs
sabahı Cape Town’a varıyoruz. Sadece 1 saat farkımız var. 2 gece kalacağımız
otelimiz City Lodge Hotel’in hem kendisi hem de yeri oldukça iyi.
Neyseki panoramik
şehir turuna yetişiyoruz. Tura şehrin en önemli yerlerinden Company’s Garden
isimli park ile başlayacağız. Parkın girişinde Jan Smuts’un heykelini
görüyoruz. Kendisi ülkenin eski başbakanlarından ve oldukça da ırkçı biriymiş.
Parlamento
Binası önünden geçip Company’s Garden’a giriyoruz. Park 1650’li yıllarda,
limana yanaşan Avrupa gemilerine kumanya olsun diye sebze meyve yetiştirmek
amacıyla yapılmış. Parkın içinde Güney Afrika’nın tarihi 1652’ye dayanan en
eski armut ağacı, 1929 yılında yapılan gül bahçesi, balıklı bir gölet,
Afrika’nın ünlü askerlerinden Dellville Wood için hatıra bahçesi, ağaçlar,
tropikal bitkiler ,Iziko Güney Afrika Etnografya Müzesi ve de The Company's Garden Restaurant bulunuyor.
Parkın hemen
yanındaki caddede bulunan The High Court Civil Annex ( Adalet Yüksek Mahkemesi ) önündeki banklarda “sadece
beyazlar” ve “beyaz olmayanlar” yazıyor ve bu bankları 1960’lı yıllarda
kullanıyorlarmış. Güney Afrika Cumhuriyeti Apartheid dönem denilen 1948 – 1994
yıllarında, beyaz ırkın üstünlüğü ilkesine göre ırkçı politikalarla yönetilmiş.
Bu banklar da o dönemden kalma..
Buradan limana,
Water Front’da gezmeye gidiyoruz. Restoran, cafeler, hediyelik eşya
mağazalarının da bulunduğu bir küçük alışveriş merkezi, lunapark ve yat limanı
ile mutlaka gidilmesi gereken yerlerden biri..
Havamız
harika, deniz pırıl pırıl..
Hemen tekneye
biniyor ve Nelson Mandela'nın da tutuklu kaldığı ada Robben Island’a gidiyoruz.
Hollandaca
Fok adası anlamına gelen bu adada Apartheid dönemde kriminal ve siyasi erkek
suçlular tutulmuş.
Giriş
yaptıktan sonra tutuklular ten
renklerine göre sınıflandırılıyormuş. Apartehid dönemde beyazlar
dışındakilere “colored” yani renkli denilmiş. Adadaki sınıflandırma sonucuna
göre de ne giyecekleri ve ne kadar yemek alacakları belirleniyormuş. Nelson
Mandela en koyu renk olan "bantu" sınıfına dahil olduğundan en az yemek verilen grupta
bulunuyormuş.
Utanç verici
bir geçmişe sahip olan ülkede ilk defa 1994 yılında demokratik bir seçim
yapılmış. O dönemdeki birçok politikacı gibi seçilen başkan da 27 yılını Robben
adasındaki hapishanede geçirmiş. Ada 1998 yılında müzeye çevrilmiş.
Adada
yaklaşık 2 saat geziyor ve tekneyle Water Front’a dönüyoruz.
Akşamüzeri Capetown’ın
simgesi Masa Dağına ( Table Mountain )’a gidiyoruz. 1087 m yüksekliğindeki
zirvesi düz olan ve masaya benzeyen dağa teleferikle çıkıyoruz.
Yukarıda muazzam
bir okyanus ve Afrika manzarası bizi bekliyor. Gün batımına da denk geliyoruz ve
aşağı inmeyi hiç istemiyoruz. Akşam yemeğimizi buradaki restoranda yiyoruz.
Yolculuğun da
yorgunluğunu henüz atamadığımız için erkenden yatıyoruz.
7 Mayıs Pazartesi sabahı yine tur otobüsüyle Capetown sahilinde gezimize başlıyoruz. Sahilde muhteşem manzaralar ve bu manzaralara karşı da muhteşem villalar var. Camps Bay bölgesinde fotoğraf çekmek için duruyoruz.
Sahilden görülen dağlar 500-550 milyon yıllık dağlarmış..
Hout bay limanında
Seal Island ( fok adası)na gitmek için duruyoruz ve teknelerden birine
biniyoruz.
Sevimli ve tembel fokları yakından gördükten sonra limana dönüyoruz ve harika
manzaralar eşliğinde granit kayalar üzerine yapılmış olan Chapman’s Peak sürüş
rotasını takip ediyoruz.
Nordheak
denilen ve “Bırak ve unut vadisi” olarak da geçen emeklilerin yaşadığı bir
bölgeden geçiyoruz.
Ocean view denilen yerde harika fotolar çekmek için duruyoruz. Hemen devamında Scarbrough’dan geçiyoruz.
Sırada
Capetown’ın bir başka simgesi Ümit burnu var.
Ümit Burnu,
Cape Yarımadası'nın güneydeki uç noktası ama Afrika’nın en güney ucu değil.
Denize doğru uzanan kayalıklardan oluşan Ümit burnu denizden 245 metre
yükseklikte. 1488 yılında Portekizli denizci Bartolomeu Dias burayı
keşfettiğinde buraya Fırtınalar Burnu demiş. Daha sonra ismi kralın emriyle
Ümit Burnu olarak değiştirilmiş. Nedeni bir rivayete göre gemicilerin moralini
bozmaması diğer bir rivayete göre de Doğuya ulaşan yolu kolaylaştıracak olması
ümidiymiş..
Ümit burnunu gördükten sonra Seaforth kasabasında penguen gözlem bölgesine ve topluca yaşadıkları Boulders sahiline gidiyoruz. Bu bölge Simon’s town denilen şehre bağlı. Hollandalıların ilk geldiklerinde yerleştikleri yermiş hatta Cape Town’dan da önce. Şu anda ağırlıklı milli park ve askeri bölge bulunuyormuş.
Öğle yemeğimizi
burada yiyor ve Kirstenbosch Ulusal Botanik Bahçesine gidiyoruz.
1913 yılında
botanik bahçesine çevrilen ve 528 hektar büyüklüğündeki bahçe 7000’den fazla
bitkiyi barındırıyormuş. Hem bitki türleri hem de geniş arazisiyle oldukça
etkili. Yürüyüş parkurları ve heykel parkı da bulunuyor.
Park gezimiz
sonrası 10-15 km uzaklıktaki şehir merkezine dönüyor ve akşam yemeği için
alternatifin çok olduğu Waterfront’a gidip San Marco isimli italyan restoranına
oturuyoruz. Bu bölgeye ait Durban Hills sauvignon blanc tavsiye edilir J
Ertesi sabah
erken kahvaltımızın ardından havalimanına gidiyoruz. British Air ile
Johannesburg aktarmalı olarak uçuyor ve saat 13:05 de Zimbabve’ye bağlı olan Victoria
Falls’a iniyoruz.
Pasaport
sırasında uzun bir bekleyiş sonrası havaalanından geleneksel Afrika müziği ve
dansı ile çıkıyoruz.
4 gece
kalacağımız otelimiz Shearwater Explorers Village’a yerleşiyoruz. Resepsiyon
bölümü, restoran, odalar çok güzel. Doğa içinde, doğal ama konforlu bir tarzı
var.
Akşam yemeğimizi otelde yiyoruz. Beklediğimizin oldukça üzerinde güzel bir sunum ve lezzetle karşılaşıyoruz.
9 Mayıs sabahı, Unesco tarafından dünya mirası listesinde olan, dünyanın en büyük şelalesinin bulunduğu Viktorya Şelalesi doğal parkına gidiyoruz.
Şelale yaklaşık
1700 metre genişliğinde ve 128 metre yüksekliğinde ve tek bir su yatağından
dökülüyor.
7 yıl kadar
önce Brezilya ve Arjantin sınırında bulunan İguasu Şelalesini görmüştük. İster
istemez karşılaştırma yapıyoruz. İguasu’da seyir zevki daha fazlaydı. 270’den
fazla ve daha alçak şelaleler bulunuyordu. Genişliği 2700 m olan Iguasu
şelalesi 2 basamak halinde 75 metreden dökülüyormuş.
Viktorya şelalesinde heybetli ve güçlü bir akış var. Yakınlaştığımız anda ıslanmamak mümkün değil. Sesi çok güçlü. Ama tüm şelale ile ilgili genel bir görüş mümkün değil. Bu nedenle öğleden sonra helikopter turu yapmaya karar veriyoruz.
Viktorya şelalesinde heybetli ve güçlü bir akış var. Yakınlaştığımız anda ıslanmamak mümkün değil. Sesi çok güçlü. Ama tüm şelale ile ilgili genel bir görüş mümkün değil. Bu nedenle öğleden sonra helikopter turu yapmaya karar veriyoruz.
Bolca
ıslandıktan sonra milli parkın Rainforest isimli cafesinde cappucino içiyor ve
kendimizi kurutuyoruz. Hemen içindeki mağazada Afrika'ya özgü malahit taşından yapılma kolye ve bilezik alıyorum.
Buradan öğle
yemeği için harika manzaralı The Lookout Cafe’ye gittik Sahibi İngiliz bir
hanımmış, yemekleri de çok beğendik.
Öğleden sonra
helikopter turu için sıraya girdik. Sıramız gelince 4 kişi bindik ve ben çekim
yapabilmek için öne oturdum. Helikopterde oturduğum yerin tabanı da camdan
olduğu için gerçekten de harika çekimler yapabildim. Yaklaşık 45 dakika süren
tur çok keyifliydi. Şelaleyi tüm ihtişamı ile görebildik. Ve üzerinde hiçbir zaman
yok olmayan gökkuşağını da…
Akşam
yemeğini otelimizde yiyip günü bitirdik.
10 Mayıs sabahı kahvaltımızın ardından 1 saat uzaklıktaki Botswana sınırını geçip Botswana’nın en büyük ikinci milli parkı olan Chobe Milli parkına gidiyoruz..
10 Mayıs sabahı kahvaltımızın ardından 1 saat uzaklıktaki Botswana sınırını geçip Botswana’nın en büyük ikinci milli parkı olan Chobe Milli parkına gidiyoruz..
Afrika’nın 5
büyüklerini görmeyi umuyoruz. “Big 5” olarak geçen ve avlanması zor beş vahşi
büyük hayvana verilen ortak bir isimde şu hayvanlar bulunuyor: aslan, leopar,
Afrika fili, Afrika mandası, gergedan. Bazen gergedan yerine su aygırını da
dahil ediyorlarmış.
Önce Chobe
nehrinde tekne turuna çıkıyoruz Turda filleri, su aygırlarını, timsahları
görüyoruz. Bebek fillerin oyunlarını seyretmek harika..
Tekne
turundan sonra öğle yemeğimizi yiyor ve ardından araçlara binip safariye
çıkıyoruz. 3 saat kadar süren safaride filleri, zürafaları ve aslanları yakından görebiliyoruz.
Aslanlar ya sıcaktan ya da yiyeceklerine ne katıyorlarsa oldukça sakin ve mayışmış duruyorlar. Yine de şoförlerimiz oldukça dikkatli, araçtan el, kol, bacak çıkmaması için sıkıca uyarıyorlar bizi.
Aslanlar ya sıcaktan ya da yiyeceklerine ne katıyorlarsa oldukça sakin ve mayışmış duruyorlar. Yine de şoförlerimiz oldukça dikkatli, araçtan el, kol, bacak çıkmaması için sıkıca uyarıyorlar bizi.
Yetişkin fillere hiç bu kadar yaklaşmamıştım. Çok sevimli hayvanlar ama oldukça iri olmaları ister istemez ürkütüyor.
Akşam
Victoria Falls bölgesindeki Lodge’umuza geri dönüyoruz. Yemeğimizi kasabanın
güzel restoranlarından Sherwater cafe’de yiyoruz.
Afrika’daki son gezi günümüzde Zambiya’ya gideceğiz. Bunun için öncelikle Zimbabve ile Zambia arasındaki dostluk köprüsüne gidiyoruz. Şelaleyi farklı bir açıdan fotoğraflayıp şelalenin döküldüğü kanyonun kenarında dinleniyoruz.
Afrika’daki son gezi günümüzde Zambiya’ya gideceğiz. Bunun için öncelikle Zimbabve ile Zambia arasındaki dostluk köprüsüne gidiyoruz. Şelaleyi farklı bir açıdan fotoğraflayıp şelalenin döküldüğü kanyonun kenarında dinleniyoruz.
Köprü bitince
Zambiya’ya giriş için gümrüğe ulaşmış oluyoruz. Şakacı ve hırsız maymunlar
eşliğinde sıramızı bekliyor ve girişimizi yapıp bizi bekleyen araçlarla 10 km
uzaklıktaki Mukuni köyüne gidiyoruz.
Şef
Mukuni’nin yönetimi altında yaklaşık 100 köy bulunuyormuş .8000 nüfusu ile
Mukuni köyü merkez köy olarak geçiyormuş ve şef de bu köyde yaşıyormuş.
13. yüzyıla
dayanan ve aslında Zimbabve’nin Rozwi halkından oluşan köy, 18. Yüzyılda Şef
Mukuni önderliğinde Tanzanya’dan Kongo’ya göç eden Leya halkının bu bölgeye
gelmesi ile Mukuni adını alıyor.
Toprakları
çorak ve kuru olan bölgede neredeyse sadece balkabağı yetişiyormuş. Geçim
kaynağı turizm ve hediyelik eşya satışı. El emeği seramik ürünlerin hem
yapımını seyredebiliyor hem de satın alabiliyorsunuz.
Şefi
göremiyoruz ama bir yetkili bizi gezdiriyor ve köy hakkında bilgi veriyor. Çocuklar
hediye ve harçlık alabilmek için çevremizde dolanıyorlar.
Biz bir
ailenin evine konuk oluyor ve yaşadıkları ortamları görebiliyoruz. Oldukça
mütevazi bu alanda mutlu görünüyorlar.
Ardından The
Royal Livingstone isimli tatil köyüne gidiyoruz. Mukuni köyü ve bölge ile
kıyaslarsak aşırı lüks bir ortam var. Burada öğle yemeği yiyip sonrasında
tekrar Zimbabve tarafına dönüyoruz.
Akşam üzeri otelimizde dinleniyor ve biraz da hediyelik eşya dükkanlarını geziyoruz.
Akşam Three Monkeys isimli restoranda Afrika’daki son akşam yemeğimizi yiyoruz.
12 Mayıs günü
sabahtan yola çıkıyor ve Victoria
Falls havaalanına gidiyoruz. Johannesburg’a uçup buradan da İstanbul’a THY ‘nin doğrudan uçuşu ile dönüyoruz.
Afrika’nın
sadece ucundan tadına bakmış gibi hissediyorum kendimi ve daha görecek ve
deneyimleyecek çok şey olduğu belli. Bunun için de Afrika’nın orta ve batı
bölgesine ileride başka bir gezi bizi bekliyor J
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder